İş güvenliği konusu ekonomi gazetecilerinin alanıdır gibi algılamamalı, kamuoyunda farkındalık ve duyarlılık, siyaset ve iş dünyası üzerinde baskı oluşturmak için elimden geleni yapmalıydım!
Yazık, öyle değil böyle oldu…
Neticede bu faciada devletin, hükümetin, siyasetin, sendika dünyasının, sivil toplumun, medyanın, üniversitelerin yani herkesin hepimizin payı var. Bu da benim boynuma!
*
Bundan böyle başka acı yaşamamak ve sorunu kalıcı çözmek için önce doğru teşhis gerekiyor.
Durumun MR’ını çekebilmek ve Soma’da yaşananı anlayabilmek için ben de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğüne gittim ve 2008’den bu yana genel müdür koltuğunda oturan Kasım Özer ile konuştum.
ODTÜ maden mühendisliğinden mezun ve madenlerde iş müfettişliği de yapmış olan Özer bu konuda yurt dışı deneyimine de sahip bir isim.
6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği yasası 1.1.2013 tarihinde yürürlüğe girdi. Yazık ki Soma’da yaşanan korkunç faciada kaybettiğimiz 301 canla birlikte bu yasanın aslında onları koruyamadığını da görmüş olduk! Mevzuatın ve görev alanınız olan denetim sisteminin MR’ını çekebilmek için söyler misiniz işyerlerinin kaçta kaçı İş Güvenliği Yasanın gereğini yerine getirdi?
İş Kanunu sosyal taraflarla Bakanlığımız arasında 2005 yılında başlayan ve 7 yıl süren görüşmeler çalışmalar sonrasında çıktı. Sosyal taraflar; işçi sendikaları, işveren sendikaları, meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları, çeşitli bakanlıklar… Biz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olarak çalışma hayatını düzenlediğimiz için herkesin bu çalışmalarda tuzu olsun istiyoruz. Ferdi teklifleri veya tavsiyeleri de değerlendiriyoruz. Bu kanun da böyle oldu. Bütün taraflar katıldı, yasa çalışmasını herkes sahiplendi. Yasa Meclis’e geldiğinde de iktidarıyla muhalefetiyle bütün milletvekilleri sahiplendi. TBMM’ne teşekkürlerimi bir daha arz etmek istiyorum.
Yasa hayata ne kadar geçti?
Dedik ki, iş güvenliği uzmanı çalıştırma yükümlülüğünü biraz öteleyelim, uzman arayıp bulması yetiştirmesi zaman alacak ama diğer maddeler yürürlülüğe girsin. 1.1.2014 itibariyle Türkiye’deki 630 bin işyerinde yükümlülük bütün maddeleriyle başladı.
Şu anda mevzuata uymayan işyeri yok mu?
Uyması gerekenlerden diyelim. Ben olaya iş yeri uzmanı ve iş yeri hekimi çalıştırmak bakımından bakıyorum. Daha doğrusu ancak oradan istatistik değerlendirmesi alabiliyoruz. Yoksa hangi işyeri risk değerlendirmesi yapmış, hangisi acil durum planlaması yapmış, hangisi sağlık raporlarını tamamlamış takip edemiyoruz şu an.
Neden takip edemiyoruz?
Çünkü böyle bir yazılım, böyle bir kayıt yok. Çünkü biz işyerleri bunları yapsın muhafaza etsin ve müfettiş geldiği zaman bunları göstersin, müfettiş gelmese de kendisi bunu takip etsin istiyoruz.
156 BİN İŞYERİ YASAYI TAM UYGULUYOR
630 bin işyerinde çalışan ne kadar işçi, iş sağlığı ve güvenliği yasasının koruması altında şu an?
12 milyon çalışan var Türkiye’de. 7 milyon çalışanın bulunduğu kütle, iş sağlığı iş güvenliği kanunu bütün maddeleriyle uygulamak zorunda. İşyeri uzmanı ve işyeri hekimi uygulamasına bakarsak: İki gün önce aldığım rakama göre 156 bin işyerinde iş güvenliği uzmanı ve iş yeri hekimi anlaşması yapılmış. Yani çalışma dünyasının 4’te biri 6331 sayılı kanunun bütün maddelerini yerine getirmiş durumda. Yani risk değerlendirmesinde, acil eylem planlarında, çalışanların eğitilmesinde, işyeri uzmanı ve iş hekiminden hizmet almak konusunda.
Niye işyerlerinin dörtte biri anlaşmaya uydu da dörtte üçü uymadı?
Bu kanun çıkmadan önce, 50 ve üzerinde çalışanı olan 30 bin işyerinde bu yükümlülüklerin zaten hepsi vardı. Ama sözleşme yapan işyeri 1750 taneydi. Çok komik bir rakam. Bu sayı şimdi 156 bine çıktı. Dört ayda oldu bu.
İŞVEREN ZİHNİYET DEĞİŞTİRMELİ
Ama hala sadece dörtte üçü bunu yerine getirmedi. Gecikmenin sebebi ne?
Bizim temel kriterimiz, hem bu kazaların yaşanmasında hem yasaya uymamak konusunda, iş sağlığı iş güvenliği kültürünü yeterince özümsememek. Zihniyet sorunu yani.
İşverenlerde mi yaşıyorsunuz bu sorunu?
Öncelikle işverenlerde. Çalışma hayatının üç aktörü var; çalışan, çalıştıran ve mevzuatı yaparak sahayı kontrol eden devlet. Biz mevzuatımızın hiçbir eksiği olmadığını iddia ediyoruz devlet olarak. AB’de ne varsa bizde de var. İki, kontrol mekanizmamız çalışıyor. Mesela İSG katip diye “iş sağlığı takip izleme programı” yaptık. Bugün iş yerini sosyal güvenlik kurumuna kaydettiren işverenin ertesi gün bize kaydı düşüyor, biz bunu görüyoruz.
ESKİDEN CEZA TEDBİRDEN UCUZDU, BU DEĞİŞTİ
Tamam.
211 bin işyerine mektup gönderdik. Dedik ki bakın 1.1.2014’te yükümlülüğünüz başlıyor. Tedbirlerinizi alın. İşyeri hekimi işyeri uzmanı sözleşmelerinizi yapın. Bu artışların temel sebeplerinden biridir bu. İkincisi, iş sağlığı güvenliği kanununda, kanun koyucunun ceza mantığı değişti. Önceden kazalarda tedbirin maliyetiyle (işyerinin kendine göre koyduğu maliyetle) yapmadığı zaman ödeyeceği ceza arasında tedbir lehine bir dengesizlik vardı. Tedbir daha pahalı, ceza daha azdı. Dolayısıyla tedbirsizliği seçiyordu. O tedbiri alırsam daha çok para harcarım, bunun yerine kaza olursa ceza öder geçerim diye bakıyordu. Şimdi tam tersine döndü. Ceza bire beş gibi. Diyelim ki işyeri hekimiyle belki ayda 500 lira verecekken 15-20 işçisi için, bunu yapmazsa hem 750 lira verecek raporlar için hem de eğitim için, doktor için, risk değerlendirmesi için ayrı para verecek. Teftiş esnasında da sözleşme yapmadığı ortaya çıkınca 5600 lira ceza verecek.
AVRUPA’DA CEZALAR BİZDEN 8 KAT FAZLA
Bunu göze alabilen işyerleri var demek ki dörtte üçü hala mevzuatı uygulamadığına göre. Cezai yaptırımın artırılması gerekmez mi?
Cezai yaptırım belki biraz daha artırabilir ama ülkemiz şartlarında gerek yok. Ama Avrupa’da bu cezalar çok uçuk. Mesela bir işyeri sağlık raporu almamışsa bizde ceza bin lirayken orada 8 bin Euro. Hayati bir tehlike var, noksanlık yazılmış, mesela maden ocağında havalandırma problemi var. Bizim verdiğimiz ceza o masrafların yanında hiçbir şey. Ama Avrupa 20 bin Euro ceza kesiyor. Veya inşaatlarda düşmeye karşı alınması gereken tedbir alınmamışsa cezası 20 bin Euro.
SENDİKALARIN İŞ GÜVENLİĞİ İÇİN GREVE GİTTİĞİNİ HİÇ GÖRMEDİM
İşçi sendikaları işverene ve işvereni denetleyecek olan devlete karşı, iş sağlığının gerçekten güvenceye alınması için yeterince baskı yapıyor mu? Neden şu sisteme geçmedin, neden şu tedbiri almadın diye kendi pozisyonunu dolduruyor mu sendikalar?
Valla ben 34 senelik devlet memuruyum. 23 yıl müfettişlik yaptım. 6 senedir de genel müdürüm. Hiçbir işçi sendikasının iş sağlığı iş güvenliği noksanlarından veya tedbirsizliğinden dolayı greve gittiğini duymadım. İşverenlerle maaş pazarlığı yaptığı gibi pazarlık yaptığını duymadım görmedim. Benim bilmediğim varsa da bilmiyorum.
SENDİKALAR İŞGÜVENLİĞİNİ PAZARLIK KONUSU YAPSIN
Sizden talepleri var mı? Genel müdürlüğünüze gelip iş sağlığı ve iş güvenliği konularında işverenlere baskı yapın, mevzuatı şöyle işletin diyor mu sendikalar?
Birebir görüşmelerde, müfettiş bir işyerine gittiğinde sendika temsilcisi diyor olabilir. Bu normaldir. Bunu işçiler de söylüyor zaten. Şurada sorun var, giderilmesini sağlayın diyorlar. Ama bunun için sendikacı olmak gerekmiyor. Sendikacı daha kurumsal bir çalışma yapması lazım. Bu olmuyor. Ya da ben bilmiyorum. Sendikaların iş yeri güvenliğini bir pazarlık konusu yapması, çalışma ortamımızdaki şu eksikler giderilmeden biz bu sözleşmeyi imzalamıyoruz demesi lazım.
İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI DENETLEMEZ TAVSİYE EDER
Devletin sorumluluğuna dönelim, mevzuatın ve denetimin işleyişine: 630 bin işyerinden 156 bini iş yeri uzmanı çalıştırıyor. İşyeri uzmanının niteliği ayrı konu ama patrona bağlı bir çalışan olması yapısal bir sorun değil mi? Patronuna rağmen neyi ne kadar denetleyebilir iş güvenliği uzmanı?
Bu çok yaygın bir yanlış. İş güvenliği uzmanı veya işyeri hekimi denetçi değildir. Ortaya çıkışı da dünyadaki uygulaması da böyle değildir. İş güvenliği uzmanı teknik bir danışman, bir yardımcıdır. İşverenin bilmediği teknik konularda ona danışması içindir. Mali müşavir gibi, hukuk müşaviri gibi. İş güvenliği uzmanı diyor ki işverene, “burada aydınlatma yetersiz, şöyle bir aydınlatma gerekir”. Ya da mesela boya yapılan bir yer, “burada havalandırma uygun değil havalandırmayı tabandan yapmamız lazım”. İş güvenliği uzmanının bütün görevi budur.
ILO’YA GÖRE MÜFETTİŞ SAYIMIZ YETERLİ
İşyeri sahibinin o tavsiyeye uymasını kim nasıl sağlayacak peki?
Müfettiş. Bakın iş güvenliği uzmanını işyeri sahibinin başında kılıçla dikilen adam gibi görmek istiyoruz ama öyle değil. Müfettiş altı ayda bir, yılda bir gidecek ve denetleyecek bunlar yapılmış mı diye. Ama oradaki yanlış da şu: İşyeri sahibi diyor ki, “müfettiş bir gelsin, ben yanlışlarımı o zaman düzelteyim”. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Bakın ILO diyor ki “gelişmiş bir ülkede 10 bin işçiye 1 müfettiş, gelişmekte olan bir ülkede 15 bin kişiye 1 müfettiş, gelişmekte olan bir ülkede 20 bin kişiye bir müfettiş normaldir”.
Türkiye’de nasıl?
12 milyon çalışan var, bin tane müfettiş var. 10 bin civarı. Yani gelişmekte olan ülkeyiz. Türkiye’de durum ILO standartlarına uygun. Bu “Sizin arada bir işverenleri harekete geçirmek, ikaz etmek, hatırlatmak için yapacağınız teftişleriniz için gerekli elemanınız var” demektir.
İŞYERİNDEN İŞVEREN SORUMLUDUR
Evet, ama gelişmiş ülkelerde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili standartlar zaten bir şekilde oturmuş, kültürü oluşmuştur, yılda bir gelen müfettiş de normal olabilir. Bizim gibi hala sistemini rayını sokamamış bir ülkede yılda bir denetim yetersiz değil mi? İşçi güvenliğini işyeri sahiplerinin insafına bırakmamak, onu mevzuata uymaya zorlamak için devreye başka ne gibi araç, aktör, faktör sokulabilir?
Bakın dünya uygulamasında bir tane müfettiş bir tane uzman vardır. Uzman işyerinde iş güvenliğiyle ilgili tedbirleri işyeri sahibine söyler, yerine getirmek getirmemek işyeri sahibinin sorumluluğundadır. İster batıya gidin ister doğuya, bu böyledir. Saniyeleşmiş ülkelerdeki genel bakış “işyerinden işveren sorumludur” şeklindedir. Bir işyeri açıyorsanız bunu kuralına göre yapmak zorundasınız. Kuralına göre yapmanın şartları nedir? Teknik donanımınızı yapmak, personel eksiklerini gidermek, üretim teknolojisinde gerekeni yapmak. Teknik donanımınız eksikse uzman personeliniz bunu size hatırlatacak. Havalandırma kapısı uygun değil diyecek. Siz bunu yapmayacaksanız uzman da söylese de, Bakan da söylese de yapmazsınız.
BU BİR DİN MESELESİ, AHLAK MESELESİ
Yaptırım uygulamak lazım değil mi? 364 gün işyeri uzmanı söylüyor ama patron yapmıyor. Yılda bir gelecek müfettişin de “her şey süper” raporu vermesini bir şekilde sağlıyor. Bir iş kazası olunca da “e teftiş raporu var, her şey normal” mi diyeceğiz?
Bizim iş sağlığı ve iş güvenliği kültürünü özümsememiz gerekiyor. Biz “bu can, bu beden bize emanettir, korumak zorundayız” demiyorsak başımıza isterseniz polis dikin. Bu sorunu çözmediğiniz müddetçe bir yere varamazsınız. Bu bir ahlak meselesi, bu bir din meselesi. Biz bu cana emanet gözüyle bakmazsak işte bakın 300 can gitti.
İyi de Kasım Bey, herkes ahlaklı olmak, dindar olmak zorunda değil. Ama kurallara uymak zorunda. Öyle kurallar koyar, öyle denetlersiniz ki buna gerek kalmaz. İşverenin mevzuatı suistimal etmesini engelleyecek olan sizsiniz.
E yapıyoruz zaten. Ben 23 sene yaptık bu işi. Kapattığım işyerlerini biliyorum. O gün tamamladı noksanlarını, ertesi günü açtı. Ama teftişe gidiyorsun yine noksan.
MÜFETTİŞLERİ TEFTİŞ EDEN YOK
Müfettişleri kim denetliyor peki?
Denetimin denetimi çok uzar. Güvensizliğin sonu yoktur. Güvenmek durumundasınız. Aksi ispat edilene kadar. Müfettiş denetledi, tuttu tutanağı kapattı. 6 gün içinde direkt mahkemeye gidersiniz. Mahkeme bilirkişi tayin eder. Bilirkişi “bu noksanları müfettiş doğru tespit etmemiş” veya “müfettiş haklı bu noksanlar var işyerinde” der. İşte üst denetim. O zaman ben size sorayım, mahkemenin bilirkişi heyetini kim denetleyecek? Sürer gider o. Bir yerde kesmeniz lazım.
Ben ikna olmadım. Üst denetim mekanizmasının işlemesi gerektiğini düşünüyorum suistimal ihtimali hiç de düşük olmadığı için?
Acı bir örnek vereyim size. Bir maden işletmesine bir arkadaşımız gidiyor, noksanlarını buluyor ve ocağı kapatıyor. İşveren mahkemeye gitti. Mahkeme bilirkişi heyeti oluşturdu ve ocağı açtı. Çünkü bilirkişi heyeti “müfettiş yanlış karar vermiş” dedi. Bir ay sonra orası patladı ve 68 kişi öldü. (68 can kaybının yaşandığı maden patlaması 7 Şubat 1990’da Amasya Yeni Çeltik’te olmuştu… F.Ö).
68 KİŞİNİN ÖLDÜĞÜ YENİÇELTİK MADENİNE BİLİRKİŞİ HEYETİ OLUR VERMİŞTİ
E o zaman bilirkişi heyetlerinin de işyeri sahipleriyle ilişkisini çok iyi takip etmek gerekiyor. Mahkeme heyeti nasıl belirliyor?
Bilirkişiyi atamak hâkimin inisiyatifindedir.
Sizden yardım alıyor mu mahkeme?
Hayır.
İŞVERENİN “BU İŞÇİNİN CANI BANA EMANET” DEMESİ LAZIM
Müfettişler denetlenmiyor. Bilirkişi heyetlerinin işyeri sahipleriyle ilişkileri kontrol edilmiyor. İş güvenliği uzmanları sadece tavsiye edebiliyor. Allah için burada denetimin tam olduğuna kim inanıyor? Bu durumda iş güvenliği uzmanlarının pozisyonunu işçi lehine sağlamlaştırmak gerekmez mi?
İşyeri uzmanı danışmanlık görevi yapar. Tavsiyede bulunmuşsa görevi bitmiştir. 2Bakın burada açıkta bir priz var, dokunan çarpılabilir” diye defterine yazmışsa dünyanın her yerinde görevini yapmış sayılır.
BU İŞTE BİR TERSLİK VAR
Tavsiyenin yaptırıma dönüştürülmesinde boşluk var gibi geliyor bana?
Hayır. İşverenlerimizin ben bu insanların hayatını korumakla mükellefim duygusunu daha çok hissetmesini istiyoruz.
İsteklerin zarurete dönüştürülmesi gerekir ama devlet tarafından?
Cezalar var bunun için. Dava açılır hapse girer. Çalışanlarımızın da ben buradan ekmek yiyorum bu kapının kapanmaması lazım diye tedbirlerini alması lazım. Bakın Fadime Hanım, hiçbir şey maddi kurallarla düzenlenemez ve düzeltilemez. İçine mutlaka inanç duygu ve maneviyat katmanız lazım. Maneviyat dediğim kul hakkı. İşverenin bu işçilere bir zarar gelirse bunun hesabını veremem ben Allah’a demesi lazım.
KANUNU YAZDIK, TEFTİŞİ YAPTIK
Kasım bey, bu yorumu başkaları yapabilir ama siz İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürüsünüz. Allah’tan önce sizin sormanız gerekmez mi bunun hesabını? İş mahkemeye gelmeden, kaza olmadan, kimseler ölmeden önlemeniz gerekmez mi kazayı? Burada bir terslik var.
Kanunu yazmışım zaten. Ben şimdi sosyolojik yanını irdeliyorum. Bunu Diyanet İşleri Bakanı’nın söylemesini beklerseniz o ayrı bir bakış açısıdır. Biz birilerine görev veriyoruz. Şu cümleyi bu kişi, şu cümleyi şu kişi söylesin diye. Neden? 36 tane yönetmelik çıkarmışım ben. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıkarmış Meclis. Bununla ilgili Teftiş Kurulu 500 adet sosyal müfettişini harıl harıl sahada gezdiriyor. Ve şu anda 93 bin tane uzman yetiştirmişiz Türkiye’de.
BU BİZİM İŞİMİZ
Uzmanlar ne kadar uzman? Hızlı gelişen bir sektör oldu, uzmanların niteliklerinden emin miyiz?
Bunu herkes için her şey için söyleyebiliriz.
İşyeri uzmanı dünyanın her yerinde danışman statüsünde midir?
Evet, her yerde böyledir. Hatta İngiltere, Anglo Sakson sistemi bunu da aramıyor. Biz bunu bilmez değiliz. Bu bizim mesleğimiz. Japonya Almanya Fransa nasıl yapıyor, biz bunu biliyoruz. Bunların hepsini irdeledik. Kitap yaptık.
Uzman değilim ama izninizle akıl yürüteceğim: Kıta Avrupa’sı da, İngiltere de, sanayi devrimini tamamlayalı, o vahşi üretim dönemini kapatalı çok oldu. Haliyle bunun hukuku kültürü oluştu, sistem bir şekilde oturdu. Türkiye geç sanayileşen bir ülke. Kalkınmasını henüz tamamlamadı. İş güvenliği yasası bile daha bir buçuk yıllık. Üstelik iş dünyası henüz buna bile intibak etmiş değil. Amacımız bağcı dövmek olmadığına göre, dünyadaki örneklerle kıyaslamak yerine biz bu intibakı nasıl daha kolay ve hızlı sağlarız, insanımızı nasıl koruruz diye bir model geliştirmeli değil miyiz?
Avrupa’nın 50 sene öncesine bakarsak, görürüz ki bu sıkıntıları yaşamışlar. İngiltere’de trafikte yılda 10 bin kişi ölüyordu diyorlar, 10 bin kişi! Öyle kurallar koymuşlar ki şimdi kimse çiğneyemiyor.
İyi ya işte, bizim de yapmamız gereken bu?
Uygulayabilir misiniz?
TAŞERONA ALT İŞVEREN DENİR
Peki. Siz işverenlerin kanuna uymalarını sağlamak ve denetlemekle yükümlüsünüz. Ama işveren de bazı işlerini taşerona veriyor. Genel müdürlük olarak iş güvenliği konusunda kimin sorumlu olacağıyla ilgili ne gibi sorunlar yaşıyorsunuz? 630 bin işyerinin kaçı taşeronla çalışıyor?
Bizde taşeron işyeri diye bir kayıt olmaz. Alt işveren denir ona. Ama o da asıl işverenin yanında ayrı bir numarayla sicil alır. 630 bin işyeri rakamı hepsini kapsar. Bunların kaçı alt işvereni kapsıyor ayrıca baktırmam lazım. İşyerlerinde asıl işi dışındaki işlerde alt işverenle çalışılabilir. Bakanlıkta da biz temizlik ve güvenlik hizmeti için bunu yaparız. Bize göre yanında işçi çalışan herkes işveren ve bu kanunun yükümlülükleriyle mükellef. Önemli olan alt işverenle üst işveren arasında koordinasyonun sağlanması. İş yine kültüre gelip dayanıyor.
Soma Holding 301 kişinin ölümünün ardından çıktı dedi ki “biz denetlendik ve süper çıktık”. Ama (mevzuatta olmadığı için!) ne yaşam odası var madende, ne alternatif kaçış yolları, ne iletişim sistemi, ne gaz ölçüm ve uyarı sistemi, ne işçilerin malzemelerinin sağlamlığı. 45 dakika oksijen sağlaması gereken gaz maskeleri bile 5-10 dakikada tükenmiş. Ve bu madene her şey uygun raporu verilmiş! İşte size denetim sorunu!
MÜFETTİŞ SORAR, ÖTESİNİ BİLEMEZ
Bu saydıklarınız kamuoyunda tartışılıyor da bunları diyen kim?
Tamam, size sorayım, maden mühendisisiniz, müfettişlik de yapmışsınız. Madende kullanılan trafonun alev almaz özelliğe sahip olması, patlasa da zarar vermemesi gerekir deniyor. Soma’da sorun olduğu söyleniyor. Müfettiş buna nasıl onay veriyor?
Müfettiş sorar, anti-grizu mu cihazlarınız? Evet. Belgeleri var mı? Var. Ya sahteyse? Bilemezsiniz. Ya da malzeme de doğrudur. Fakat malzeme mi aşınır zamanla, tamir yapılır da bir arıza mı bırakılır, onarım esasında bir şey mi olur, bunları müfettiş bilemez.
MÜFETTİŞ FARELERİN KABLO KEMİRDİĞİNİ GÖREMEZ
Kurtulan bir işçi, bir teknikerin amirlerine günlerce “elektrik kablolarını fareler kemiriyor, bunları değiştirmek lazım” dediğini hatta yalvardığını ve faciada hayatını kaybettiğini aktardı. Demek ki yılda ya da altı ayda bir denetim yeterli değil? Bu örnek bile denetim işinin sürekli ve içeriden olması gerektiğini göstermiyor mu size de?
Yanlış bakış. Orada müfettiş o kablonun fare tarafından kemirildiğini göremez. Onu oradaki uzman görür, mühendis görür. Onlar sürekli orada. Bin kişinin üzerinde işçinin çalıştığı bir yerde iş güvenliği uzmanı 3 vardiya 24 saat çalışır ve görür. Müfettiş gelir, ocağın çalışan bütün yerlerini tek tek ziyaret eder. Kendisine gösterilen açılan kapıdan girer. Gördüğünü sorar ama gizleneni göremez bilemez. Yeraltı çok farklı bir dünyadır. Madenin haritasına göre dolaşırsınız ama çalışılmıyor denilen, baktığınızda da öyle görünen bir galeride belki de çalışılıyor. Müfettiş çok şeyi çözer ama her şeyi çözemez. Her şeyi çözsün derseniz müfettişi orada sürekli çalıştırmamız gerekir.
MALİYET NASIL DÜŞTÜ?
Soma Holding’in patronu iki yıl önce Hürriyet’e verdiği bir röportajda TTK’nın 130 dolara mal ettiği bir ton kömürü 23.8 dolara imal etmekle övünmüş. Maliyetin onda bir oranında aşağıya çekerken belli ki işçinin hayatını koruyacak tedbirlerinden de feragat etmiş!
Ben kömür işletmelerinde de çalışmış bir maden mühendisiyim. Anlatayım size. Diyelim bir müessese satıldı. O müessese de müdür, dört yardımcısı, belki sekiz tane mühendis, başmühendis vardı, muhasebe müdürü, personel müdürü ve o kadar çok personel vardı ki. Yıllar sonra ben o müesseseye teftişe gittim. Bir tane işletme müdürü bir tane ocak mühendisi vardı. Buyurun maliyet düştü. Bir kişiye üç tane iş yaptırır, üretimin yüzdesini artırır.
Tamam da işçinin can güvenliği?
Onu ihmal edemez işte.
BİR MADENDE OLMASI GEREKENLER
Bir madende ne olması gerekir?
Bir madende şirketin aşağıdaki gaz oranını izleyebilmesi gerekir. İçerde kaç kişinin olduğunu bilmesi gerekir. Sürekli iletişim kurabilmesi gerekir. Asansörlerin jeneratörlerinin olması gerekir. Ocağı aydınlatılması ve elektrik kaynağının yedeğinin mutlaka olması gerekir. Hem havalandırmanın hem elektrik kaynağının yedeğinin olması gerekir.
Soma’da bunlar var mı?
Henüz incelemedim. Bugün arkadaşlarla konuştum, henüz bitmedi incelemeler, o yüzden bir şey söylemek erken dediler. Bunlar bizim mevzuatımızda var. Bir tane trafosu varsa, bir tane yedeği olacak. Bir tane havalandırması varsa yedeği olacak.
Peki, mevzuat böyleyken bu işyeri buna nasıl uymuyor? Uymuyorken ona “uygunsun süpersin” raporu nasıl veriliyor?
Bu yokken müfettiş buna var demez.
MADENLER YILDA İKİ KEZ DENETLENİYOR
Peki, madencilik gibi çok yüksek riskli bir iş sektöründe bir işyeri yılda kaç kez denetleniyor?
İki kez.
Az değil mi? Müfettişler gittikten sonra fareler kabloları iki günde kemirebiliyor?
Ayda bir denetim yaptığınızı düşünün. Yeter mi? Ben genel bir çerçeve çizmeye çalışıyorum. Çalışma hayatı dinamik bir yapıya sahiptir. İş güvenliği de dinamiktir. Bugün çalışan makinenizin yarın bakımını yapmak durumunda kalabilirsiniz. Bakımdan sonra o makinenizin bütün koruyucu tedbirlerini almadan çalıştırırsanız orada bir sıkıntı vardır. Onun için müfettişin gelmesi gerekmez ki. Bu teknik bir çalışma. Bir torna tezgâhı düşünün. Metal dönen kısmın kayış kısmının koruyucusunu söküyor kenara koyuyor. Bakımı yaptı yağladı vidalarını sıktı düğmeye bastı çalışıyor. Koruyucuyu takmadı, açıkta dönüyor. Bunun için müfettişin gelmesi gerekmez ki. Bunu da mı müfettiş söylesin yani. Bir iş kazası anlatayım size.
KAZA GELİYOR, HERKES GÖRÜYOR, KİMSE SES ETMİYOR
Buyurun.
Bir işyeri sahibi “müfettiş geldi haksız ceza yazdı mahkemelik oldum” diye dert yandı bir toplantıda. “İşçi akşam düğüne gitmiş, kafası iyiyken gelmiş, kaza yapmış, suçlusu ben oldum” diye dert yanıyor. Ben de “bakın” dedim “bahsettiğiniz iş kazasına bakan müfettiş bendim. O kazayı ben incelemiştim”. Öyle denk geldi ki, baltayı taşa vurdu. “Ama sizin başka bir işyerinizi de ben incelemiştim ve oradan teşekkür ederek çıkmıştım ama bu öyle değil”. Anlattım. Beyaz eşya üreten bir fabrika. Büyük giyotinler var, sac kesiyor. İki metreye yakın eni, iki tane de kolu var. Kollara bastırdığınızda giyotin iner, sacı keser. Buna biz çift el kumanda sistemi diyoruz. Bu bir teknik tedbirdir. İşçi napmış biliyor musunuz? Bunun sarhoşlukla falan ilgisi yok. Epey ağır bir boru anahtarını kollardan birine asmış. Diğer tek kolu da kendisi indiriyor kaldırıyor. Bir müddet sonra insan beyni iki hareketi aynı hareket gibi algılar ve giyotin aşağı inerken kol da ileri gider. Dolayısıyla cart diye kolu kesmiş. Dedim ki “şimdi soruyorum size, bu anahtarın burada asılı olduğunu ustabaşı, mühendis görmedi mi, işverenin haberi yok muydu? Herkes biliyordu”. Bu anahtarı buraya asmanın esprisi ne? Üç tane fazla sac kesmek. Adam eli kesmek de bunun içinde. Hadi buyur. Müfettiş bize ceza yazdı ne günahım var demeyecek kimse. Ayrıca herkes bunun manevi sorumluluğunu alacak. Teknik önlemini geliştirecek. Bir örnek daha vereyim.
KIZLARIN PARMAK UÇLARI
Buyurun.
Bir işyerine gittim Fadime Hanım. Kız çocukları çalışıyor 20-25 yaşlarında. Yine sac kesiyorlar ama yağ tenekelerinin üzerindeki o küçük kapakları kesiyorlar. Yine giyotin var. Bakıyor ki işveren, durmadan kızların parmak uçları kesiliyor. Yeter diyor ve parmakları koruyacak bir ekleme düzenleme yapılıyor giyotinde. Küçük teknik bir müdahale. Bu kadar. Burada insana değer vermek var. Benim demek istediğim bu. Müfettiş ne yapsın.
YASA, KAZALARI NE KADAR ÖNLEDİ?
Peki. 1.1.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Güvenliği ve İş Sağlığı Yasası iş kazalarıyla ilgili istatistiği aşağıya çekti mi?
2002 yılında yüz binde 17 olan ölüm oranı 2012 yılında yüz binde 6 oranına indi. 2013’te de benzer bir istatistik var. 2013’ün henüz resmi rakamlarını almadık ama öyle görünüyor. Kılıç gibi kesip atmaz tabi. Bunun sahaya yansıması için 3-5 sene beklememiz lazım. Hem sizin üzerine ısrarla durduğunuz teftişin etkinliği, hem uzmanların etkinliği ve yetkinliği, hem de cezai yaptırımların etkinliğini görmek için. Biz Bakanlık olarak 2014 yılı bilgilendirme yılı olsun insanlar kanunu öğrensinler istedik. Bilgilenmek için ilgilensinler istedik. Bunun için çok kötü bir vasıtadır kazalar. Aynı şekilde cezalar. Güzel olan konferanslar, seminerler, broşürler. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz bir taraftan. Ha, tek bizim mi bu görev? Olmamalı. Sendikalar, STK’lar, konfederasyonlar, meslek kuruluşları var. Soruyorum, onlar ne kadar bilgilendirdi vatandaşlarımızı? Bir şeyleri protesto etmek ötesinde acaba ne kadar bilgilendirildik?
KAZALARI ÖNLEMEK İÇİN: TEFTİŞ, CEZA, BİLİNÇLENME
Yaşanan facia nedeniyle siyasete de, Meclis’e de, işverene de yükleniyoruz. Kaybettiklerimizden başka halen risk altında çalışan insanlar var. Denetimleri daha aktif daha ve daha sıkı yapabilmek için ayrıca bir öneriniz yok mu, müfettiş sayısının artırılması, cezaların artırılması gibi?
Buna gerek yok, bunlar yapılıyor zaten. Bunların hepsi var. Uygulamanın doğru olması için bütün sosyal tarafların harekete geçmesi, elini taşın altına sokması lazım. Yüzlerce sendika var, onlarca meslek kuruluşu var. İş güvenliği için seminerler düzenlesinler. Biz memnun oluruz. Devlet İş Teftiş Kurulu olarak, Çalışma Bakanlığı olarak beş yüz tane değil beş bin tane de müfettişiniz olsa, öbürü kadar etkili olmaz. Bu söze itimat edin. Bu sözü çeyrek asır bu işi yapmış biri söylüyor. Bilinçlenme olmadıkça kazaların azalması yavaş olur. Kazaların azalmasının yolu bir, teftiştir, iki cezadır, üç bilinçlenmedir.
İŞ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ DERSİ OKUTULMALI
Meslek lisesi öğrencileri başta olmak üzere bir mesleğe hazırlanan çocuklar gençler iş güvenliği ve iş sağlığı konusunda eğitim alıyor ve iş hayatına haklarını bilerek mi başlıyor, durum nasıl?
Altı senedir bir mücadelem var. Endüstri meslek liselerinden kaldırılan iş güvenliği dersinin tekrar konulması, hiç değilse bir ünite konulması için. Üniversitelerde iş sağlığı-güvenliğinin ne olduğunu bilmeden mezun oluyor öğrenciler. Makine mühendisliğinde ders varsa bile gıda mühendisliğinde, inşaat mühendisliğinde yok. Münferit olarak bazı üniversiteler bazı bölümlerde seçmeli ders koyuyor. O kadar. 2009’da YÖK’e yazdım, sağ olsunlar bütün üniversitelere yazı gönderdiler. Diyor ki YÖK, benim görevim tavsiye etmektir, üniversite böyle bir ders koyarsa hemen onaylarım. Ama üniversite o dersi koymuyor! İş güvenliği uzmanlığına üniversiteler sahip çıksın, niye insanlar kurslara gitsin ki.
MEDYA BU KONUYA İLGİ DUYMADI!
Anlaşılıyor ki bu konuda, yaşanan faciada herkesin sorumluluğu var. Benim de var. Ben de konu ekonomi gazetecilerinin alanı gibi algılamayıp şu röportajı 301 canın ölümünden önce yapmalıydım…
Teşekkür ederim. Bakın, uluslararası bir iş sağlığı ve iş güvenliği konferansı yaptım. 40 ülkeden katılımcı vardı. 4 bin beş yüz kişi geldi. Basın yoktu. Siyasetçiler yoktu. Konfederasyon başkanları da davetimiz üzerine geldiler.
KAÇAK İŞÇİLER GÜVENSİZ DEĞİL
Türkiye’de kaçak işçi sayısını biliyor muyuz?
Yüzde 32.
Kaçak işçiler iş güvenliği tedbirlerinin dışında mı?
Hayır. Sigortadan dolayı kaçak işçi konumundalar. Diyelim ki 50 kişi çalıştırıyor, 30’unu kaydettirmiş, 20’si kayıtsız. Ama hepsi aynı ortamda çalışıyor. Bir yere teftişe gidersiniz. Siz daha nizamiyeden girerken, teftiş öncesi bir çay içerken o kaçakların çoğu gitmiştir bile. Polis değilsiniz ki kimse kıpırdamasın diyesiniz.
İŞVEREN İŞ GÜVENLİĞİ UZMANINA İSPİYONCU DİYE BAKIYOR
Denetimlerin etkili ve dinamik olabilmesi için benim önerim şu: İş güvenliği uzmanlarını yetkili ve sorumlu kılmak, işyeri sahibi için yazdıkları noksan/kusur/risk raporlarının bir kopyasını da aynı anda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ulaştırmalarını sağlamak gerekiyor. Böylece hem işveren üzerinde yaptırım olur, hem bakanlık anlık takip edebilir, hem iş uzmanı sorumluluk alır.
Bu var zaten. İş güvenliği uzmanları çalıştıkları yerlerde hayati risk taşıyan durumlar olduğunda Bakanlığa bildirebilir diye bir hüküm var. Şu anda işverenler hop oturup hop kalkıyor “bizi ispiyoncularla çalışmak zorunda bırakıyorsunuz” diye.
ÇOCUK İŞÇE, GENÇ İŞÇİ
Çocuk işçi, genç işçi için önlemler neler?
Çocuk işçilerin bir çalışabileceği işyerlerini bir de kesinlikle çalışamayacağı işyerleri yazılı kanunda. Madenlerde, yeraltında kesinlikle bırak çalışmayı semtinden bile geçemez. İnşaat, kesinlikle çalışamaz.
Pratikte öyle olmuyor ama. İnşaatlarda amelelik…
Tuğla fabrikalarında inşaatlarda kayıt dışı olarak bulursunuz. Büroda gösterirler. Ama madende olmaz, 1977’den beri madenlerdeyim, hiç görmedim.
TÜRKİYE BU İŞİN BAŞINDA
Japonya’daki Avrupa’daki iş güvenliği durumunu biliyorsunuz. Gerçeği söyleyin. Türkiye bu işin neresinde?
Maalesef bu işin başındayız. Çok yol kat etmemiz gerekir. 1991’de bir patlama oldu Amasra Yeniçeltik’te. 60’dan fazla insan öldü. Bakanlık harekete geçti. Uzmanlar çağırdık dünyadan. Madenleri gezerken Kozlu’da bir ocağa gittik. Biz oradayken arın patlaması oldu. Herkes can derdinde. Alman uzman dedi ki “biz böyle işyerlerini 50 yıl önce terk ettik”. Yıl 1991’di. Bizim hızlı gitmemiz lazım.
SOMA TEFTİŞ RAPORU: “İŞYERİ NOKSANSIZ”
Soma’da yaşanan facia ve sorumlularla ilgili bu çatının altında nasıl bir süreç işlemeye başladı?
Bir kaza olduktan sonra biz Bakanlık olarak işi adli makamlara bırakıyoruz. Ama işin teknik yönünü inceliyoruz. Şu an orada Bakanlığımızdan beş kişilik heyetimiz hem idari, hem teknik bir teftiş yapıyor. Kazazedelerle, teknik ekiple, işverenle görüşüyorlar. Onlar incelemesini tamamlamadı. Ama bizi ilgilendiren tarafıyla baktığımızda; işyerindeki noksanlar ne söylenmişse kalem kalem tamamlanmış, tamamlanmış, tamamlanmış ve işyeri noksansız demiş, en son giden heyet. Ha, heyet üstünkörü mü teftiş etti acaba derseniz, bu bir suçlama olur.
MÜFETTİŞ ARKADAŞIM İŞİNİ EMİNİM İYİ YAPMIŞTIR
Ama bir facia oldu! Adliyeden ayrı olarak siz buna bakmayacak mısınız?
Oraya giden arkadaşım mutlaka mesleki uzmanlığı ve vicdanıyla bu teftişi yapmıştır. Ama bu detayı niye görmedi derseniz o zaman o müfettişin orada çalışan mühendismiş gibi sorgulanması gerekir. Halbuki öyle değil.
İyi de hiçbir sorgulama olmayacak mı burada, bu çatının altında?
Rapor bir çıksın da ortaya, değerlendireceğiz elbette.
YÜREĞİMİZ YANIYOR
Vicdanen nasılsınız?
Dün oturdum ağladım. 25 senede ölümlü-yaralı kazalar gördüm, inceledim, şahitleri dinledim, ailelerini gördüm. Yüreğim hemen ağlıyor. Elbette hepimizin kendine bir çekidüzen vermesi, acaba neyi eksik yaptım diye sorgulaması gerekir. Biz de bunu üç gündür soruyoruz. Hasta haliyle Bakan beyle gece gündüz çalışıyoruz, yapmamız gereken var mı, eksiğimiz var mı diye. Hepimizin yüreği yanıyor.