Notice: _load_textdomain_just_in_time işlevi yanlış çağrıldı. Translation loading for the graphene domain was triggered too early. This is usually an indicator for some code in the plugin or theme running too early. Translations should be loaded at the init action or later. Ayrıntılı bilgi almak için lütfen WordPress hata ayıklama bölümüne bakın. (Bu ileti 6.7.0 sürümünde eklendi.) in /home/u4474760/public_html/wp-includes/functions.php on line 6114
Uzun ve güvencesiz çalışma iş kazalarını artırıyor – Berna Güler Müftüoğlu ile söyleşi – İNŞAATTA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

Uzun ve güvencesiz çalışma iş kazalarını artırıyor – Berna Güler Müftüoğlu ile söyleşi

11.01.2012

İş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncüyüz. Çalışma saatleri uzayıp, güvencesiz çalışma arttıkça iş kazaları da artıyor. Bu kadar can kaybının olduğu bir yerde meslek hastalıklarından bahsedemiyoruz bile. Oysa çalışanların çoğu hasta. Peki işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda neler yapılıyor? Yasalar ne durumda, hastalanmamak ölmemek hakkımız var mı? Bunlar neler? Konuyu “İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi”den ve Marmara Üniversitesi öğretim üyelerinden Yard. Doç. Berna Güler Müftüoğlu’na danıştık…

İş kazaları ve meslek hastalıkları çalıştayında “çalışırken hastalanıyoruz” demiştiniz, bu ne anlama geliyor, hep mi böyleydi ya da bir şeyler oldu da şimdi daha fazla mı hastalanıyoruz?

Çalışırken hastalanıyoruz çünkü artık daha sıkı ve yoğunlaştırılmış bir çalışma ortamındayız. Çok uzun sürelerle ve güvencesiz çalışıyoruz. Çalışırken hasta olmamızın en önemli nedeni; güvencesizlik. Türkiye’de iş kazaları çok yoğun görülürken meslek hastalıkları neredeyse yokmuş gibi algılanıyor. Evet meslek hastalıkları , çok düşük inanılmaz düşük düzeyde gözüküyor sanki meslek hastalıkları konusunda uzmanlaştık da onları ortadan kaldırdık. Gerçek durum elbette böyle değil. Ulusal Sağlık Konseyi’nde bile meslek hastalıklarının yüzde 500 arttırılması gerektiği gündeme geldi. Türkiye’de halihazırda 1000 hastalık meslek hastalıkları olarak tanımlanmış. Dünyada bu rakam 43 binle 130 bin arasında değişiyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporuna göre dünyada her yıl 250 milyon iş kazası olmakta ve her gün 5000 kişi yaşamını yitirmektedir. Türkiye’de her iş saatinde 32 iş kazası gerçekleşirken, her 80 dakikada bir işçi sürekli iş göremez duruma gelmektedir. Bunun yanı sıra her 2 saat 40 dakikada bir işçi iş kazası sonucu yaşamını kaybetmektedir. Evet, biz artık çalışırken hastalanıyoruz.

Resmi metinlerde, işveren sitelerinde “iş sağlığı ve güvenliği” deniyor. Niçin iş sağlığı güvenliği değil de “işçi sağlığı ve iş güvenliği” demeliyiz?

1980 sonrasında neoliberal politikaların hayata geçişi ile birlikte artık her şey işe odaklı olmaya başladı böyle olunca da sonuçta işçiye ait sosyal haklar da piyasanın denetim ve kontrol mekanizmalarına bırakıldı. Böyle olunca da işin sağlığı öncelikli hale geldi ve işçi artık özne olmaktan çıktı, tamamen edilgen bir konuma itildi. İşçinin özne olarak sağlığı ve onun korunması gelecek tehlikelere karşı onu muhafaza etme ikincil duruma düştü. Biz onun için öncelikli olarak işçinin sağlığının işten korunmasını talep ediyoruz, evet iş güvenliği sağlanasın ki kaza meslek hastalıklarına ilişkin bir ortam yaratılmasın. Burada iş kazası ve meslek hastalığının olduğu sıradaki müdahalerle ve buna ek olarak öncesinde bir koruma mekanizması oluşturulmasından bahsediyoruz. Tedbirlerin alınması ve gereken müdahalenin yapılması için de mali koşulların oluşturulması gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde açıklandı; Türkiye üçüncü çeyrekte büyümede Çin’i de geçmiş durumda. Sanayide önemli bir yol katedildiği söyleniyor. Neye rağmen, sorusu burada çok önemli. Bizim “guvenlicalisma. org”un çıkarmış olduğu rakamlara göre geçtiğimiz ay 57 işçi iş kazasında yaşamını yitirmiş, yaralananların sayısı da 1975 civarında. Bu en az sayı. Temmuz ayından bu yana her ay en azından 55 kişinin ölümlü kazalarda yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Beş ayda yaklaşık 400- 450 insan ölmüş. Bu durum, insanların kısa sürede çok iş çıkarmak için canını hiçe sayarak çalıştığını gösteriyor.

Bize benzeyen ülkelerde yani diğer ucuz işgücü ülkelerinde durum nasıl?

Çok benzer. Biz iş kazalarında dünyada üçüncüyüz. Birinci sırada Hindistan, ikinci sırada Rusya yer alıyor. Hindistan emeğin en ucuz olduğu ülke. Rusya ise 1989 sonrası Sovyet Bloğunun çöküşü ile birlikte kapitalizme eklemlenme sürecini yaşıyor. Bu eklemlenmenin getirisi de; yüksek iş kazaları. Kapitalist sistemin dayattığı vahşi koşullar neticesinde kazaların ortaya çıktığını görüyoruz. İş kazasına kurban giden işçilerin yüzde 50’den fazlası enformel sektörde, güvencesiz olarak çalışıyorlar. Türkiye’de işsizlik baskısı, krizin getirdiği baskı var, insanlar kriz koşullarında hayatta kalmak için her türlü işe razı geliyorlar, iç göçün yanı sıra bir de zorunlu göç var. Bunların hepsi bizdeki koşulları daha da ağırlaştırıyor.

Sadece sanayi sektöründe değil, hizmet ve tarım sektörlerinde de iş kazaları ve meslek hastalıkları artıyor. Tarım alanında ciddi iş kazaları oluyor. Koruyucu yasalar var mı diye baktığımız da, hiçbir şey göremiyoruz ya da çok az şey görüyoruz. Yeni bir yasa olan 4857 sayılı yasada da 49 kişiye kadar işçi çalıştıran yerlerde işyeri hekimi ve mühendis-iş güvenliği mühendislik bilgisini gerekli kılıyor- bulundurma zorunluluğu getirilmiyor örneğin.

Türkiye’de 1-49 arası işçi çalıştıran işletmelerin toplam işletmelerin yüzde 98’ini oluşturduğunu ve çalışanların yüzde 62’sinin buralarda çalıştığını görüyoruz. İş kazaları istatistiklerine baktığımızda kazaların yüzde 60’ının bu tür işletmelerde olduğunu görüyoruz. Sonuç itibariyle bu tür işletmelerdeki kazaları yasa da meşrulaştırılıyor. Ulusal istihdam stratejisinde, küçük ve orta boy işletmelerin desteklendiğini, ekonominin motoru ilan edildiğini görüyoruz. Üretim sürecinin parçalanması çok küçük parçaların dünyanın her yerine saçılması ile birlikte, küçük ve orta boy işletmeler uluslararası tekellere eklemlenerek, mantar büyümeye başladılar. Uluslararası tekellere eklemlenmeye çalışırken bunu en az maliyet üzerinden yapmak durumundalar. Gelişmeler sosyal hakların ihlal sürecini hızlandırdı. Bu ihlaller sonuçta yasalara uygun, meşrular yani. Geçen yıl Tes- İş Sendikasının Kongresi’nde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız,18 saat çalışmalıyız, dedi. Sendika kongresinde söylüyor bunları düşünün. Bu sene de cumartesi, pazar günleri çoğumuz bilfiil çalışıyoruz zaten, o zaman herkes çalışabilir, Türkiye büyük bir atılımın içerisinde, denildi. Ama Türkiye’de çalışma saatleri zaten çok uzun. Yasal olarak haftalık çalışma saati 45 saat güya ama bazı işkollarında bu süre 70 saate kadar varabiliyor. Sonuç olarak en yetkili ağızların bakanın da devletin de uzun çalışma saatlerini açık açık meşru gösterdiğini görüyoruz.

Bu da iş kazalarına uygun ortamı hazırlıyor?

Evet, elbette yasal olarak hiçbir önlem almadan çalışma saatlerini uzatırsanız, iş kazalarının da yolunu açarsınız.Ayrıca ne kadar uzun çalırsanız, ertesi gün o kadar yorgun ve dinlenmeden kalkarsınız. Üretim sürecinde de insanların dinlenme süreleri bile elinden alınıyor artık. Çay molaları, sigara molaları kaldırılıyor, tuvalete gidip gelme saniyelerle ölçülüyor. Tam 19. yüzyıl vahşi kapitalizm koşulları. Yani kapitalizim aslına rücu ediyor. Marks Kapital’in birinci cildinde iş mahkemeleri kayıtlarını ve dökümanlarını incelemiş; bir iş müfettişinin raporunda “Zaman zerreleri karın unsurudur” dediğini yazıyor. Türkiye’de tam böyle bir durum var. Türkiye Yatırım ve Tanıtım Ajansı’nın internet sitesinde Türkiye de neden yatırım yapılır? sorusunun cevabı, haftalık çalışma saatleri 53.2 ve Türkiye’de hastalık nedeniyle aylık iş günü kaybı 4-6 gün, o nedenle yatırım yapılır diye belirtilmiş. Türkiye’de işçiler çok uzun saatler çalışıp çok az hastalanıyor, gelin buralara yatırım yapın, deniyor.

İşletme duvarlarında, fazla gürültü sağlığa zararlıdır, şuna dikkat edin, buna dikkat edin şeklinde, uyarılar var, işçi sağlığı ve işgüvenliğinden anladıkları levha asmak bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Artık her şeyi bireyselleştirip, işçiye bırakıyorlar. Sen yapacaksın, sen edeceksin, diyorlar. Sağlığını mı kaybettin; sen sorumlusun. Eğitim vererek işçi sağlığı ve iş güvenliğinin doğrudan işveren sorumluluğunda olduğunu anlatmak lazım. İşveren, eğitecek, denetleyecek, tedbir alacak… İşçinin sağlığını güvence altına almayı sağlamak onun görevidir. Tüm bunları işçinin üzerine atıyorsa görevini yapmıyor demektir. İşçiye “sen dikkat et” demekle olmaz. İşçinin dikkat etmesi için bile eğitim alması, bunun için işverenin bir zaman ayırması gerekir. Zonguldak’ta iş kazalarına yönelik bir çalışma yapmıştım. Bu sırada bir işçi “Ben kendi güvenliğimden önce arkadaşımın güvenliğinden sorumluyum, ona güvenli bir alan bırakmak için de her türlü tedbiri almalıyım.” demişti. Tedbir almak için işveren size gerekli koşulları sağladı mı? diye sordum. Hayır, öyle bir şey yok, dedi. Bize “ sen güvenliğini sağla ki, arkadaşın da güvende olsun, diyorlar” dedi işçiler. Her şey bireye indirgenmiş, çalışanın sırtına yüklenmiş.

Meslek hastalıklarına gelmek istiyorum. Biz Türkiye’de neyi meslek hastalığı olarak tanımlıyoruz, örneğin Novamed’de kadın arkadaşlarımızın büyük bir bölümünde karper tunel sendromu vardı, akort çalışmaktan kaynaklanan, aynı biçimde boyun ve bel fıtıkları, ama bunlar bir türlü meslek hastalıkları kategorisine alınmıyor?

Bu kadar büyük çalışan nüfusa sahip olan bir ülkede, meslek hastalığı olarak üç tane hastalığın sayılması gerçekten de akla mantığa sığmıyor. Türkiye’de sosyal devletin inşa süreci içinde bile sosyal hakların tam anlamıyla uygulandığını göremiyoruz. Kurumlar çok geç kuruluyor. Sosyal Sigortalar Kurumu 1946 yılında kurulmuş mesela. Bağ-Kur ancak 1976 yılında kuruluyor. Bütün bunlar sonucunda meslek hastalıkları sayısı bile doğru düzgün belirlenememiş. Dünya ile boy ölçemeyecek durumdayız. Türkiye’de hâlâ meslekten doğan kanser tanısı bile yapılmamış durumda.

Türkiye gerçekten de çok geri kalmış durumda. Bel fıtığı, boyun fıtığı, karper tunel sendromu ile ilgili meslek hastalıkları hastanelerine gittiğinizde “bir şey kaldırırken olmuştur, ben ne bileyim işte mi oldu, evde mi oldu, araba kullanırken mi oldu? diyorlar işçilere. Dolayısıyla hastalığınızı meslek hastalığı olarak tespit ettiremiyorsunuz.

Bu konuda neler yapılabilir sizce?

En büyük görev sendikalara düşüyor. Sendikalar toplu sözleşme masasında meslek hastalıklarını beyan edecekler ve diretecekler. İş kazaları ve meslek hastalıkları aynı ücretler gibi toplu sözleşmelere konulacak. Ayrıca işyeri temsilcilerinin çok iyi çalışıp bir denetim mekanizması oluşturması lazım. İşyerinde hastalıklar nelerdir, ne zaman ortaya çıkıyor, tekrarlanma sıklığı nedir? Bunların raporlarını tutmalı ve neler yapabiliriz? sorusunu sormalı sendika temsilcileri. İş kazaları ve meslek hastalıkları hakkında sendikanın bütün şubelerinden merkeze bilgi akışı sağlanmalıdır. Böylece o sendikanın örgütlü olduğu sektöre ait bir iş ve meslek hastalıkları profili çıkarılabilir. Bunun dışında sendikalar arası bilgi paylaşımı da olmalıdır. Bu bir yaşam hakkı sorunudur, yaşam hakkı üzerinden tüm sendikalar birleşmelidir. Güvencesizlerin güvence altına alınması gerekiyor evet doğru, işçinin yaşaması için belli bir miktar ücret alması gerekiyor bu da doğru, ama biz ölebiliriz, malulen emekli olabiliriz, sakat kalabiliriz, bunun ötesi yok artık. Bütün sendikaları ilgilendiren bir sorun bu.

Sendikalar konuyla ne kadar ilgililer oluşturduğunuz İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne sendikaların katılımı nasıldı?

Geçtiğimiz günlerde bir çalıştay yaptık. Birleşik- Metal Sendikası’ndan katılımcılar vardı aramızda. Ayrıca Petrol-İş’ten, Botaş temsilcileri de toplantıya katılmışlardı. Bir iki sendikadan daha temsilciler vardı. Duyuruyu her yere gönderdik buna rağmen, çok az sendika katıldı toplantıya. Türk Tabipler Birliği, özellikle de İstanbul Tabip Odası çok ilgiliydi. İşçi sağlığı ve iş güvenliği meclisleri yerelde herkesi içine almayı hedefleyen bir platform esasında. Nieoliberal politikalar bireyselliştiriyor, atomize ediyor bizi diyoruz ya, atomize olma hali içinde yanı başımızdakilerle birlikte olmayı hedefliyoruz bu yapıyla. Türkiye’nin her yerinden gelen kaza ve hastalık bilgilerinin paylaşıldığı, bir veri tabanı merkezi olmayı düşünüyoruz. Çok fazla geçmişimiz olmamasına rağmen gerçekten de çok farklı bilgiler elde ettik. Bu meclise girmeden önce diş teknisyenlerinin de silikozis hasatalığından öldüğünü bilmiyordum. Silikozis’in kot kumlama işçilerine dair bir hastalık olduğunu sanıyorduk. Ama diş teknisyeneleri de alçı veya başka meteryallerle kesme, bileme işlemi yapıyorlar ya onlar da bu hastalığa yakalanıyorlarmış. Biz www.guvenlicalisma.org, sitesini açtığımızda dört diş teknisyenin silikozis hastalığından öldüğü haberini aldık. Ama silikozis diş teknisyenlerine ait bir hastalık olarak görülmüyor, hala.

Meslek hastalıkları iş kazaları konusunda kadınlarla erkekler arasında bir farklılık var mı, bu konuda elimizde veri bulunuyor mu?

İş kazalarında cinsiyete ait ayrıştırma şimdiye kadar hiç yapılmamış, meclis şu anda bunu yapmaya çalışıyor. Ama genelde iş kazalarına maruz kalanların 3/4’ünün erkek, 1/4’ünün kadın olduğunu görüyoruz.

Sektörlere bağlı bir şey mi bu, yoksa kadın istihdamının azlığından mı?

Evet elbette sektörlerle ilgili. Toplumsal cinsiyetçi işbölümüne bağlı olarak kadınlar ölümlü kazaların çok görüldüğü, maden, gemi gibi sektörlerde çalışmıyor. Fakat tekstilde gibi ağırlıklı olarak kadınların çalıştığı sektörlerde olan kazalardan zarar görenler elbette kadınlar oluyor. Son dönemlerde meslek hastalıkları ve kazalarının kadınları da tehdit etmeye başladığını görüyoruz. AB ülkelerinde yapılan bir araştırma, kimya sektöründe düşükler, erken doğumların olduğunu gösteriyor.

Aynı şekilde hizmet sektöründe de yine bazı farklı hastalıklar görülebiliyor. Kadınlar ilişkilerinde daha yumuşak ve daha sabırlı oldukları için müşteri ile temas gerektiren işleri yapıyorlar. Bu temas sırasında karşı tarafa yeterli tepkide bulunamamaktan kaynaklanan migren, anksiyete gibi psikolojik hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Ama kadınlar bunları kendilerine ait bir problemmiş gibi algılıyorlar çoğu kez. Bana ait bir sorun üstesinden gelirim, diyorlar. Konunun konuşulması tartışılması, bilinç düzeyine çıkarılması için sendikaların daha aktif olmaları, kayıt tutmaları, hastalıkları görünür kılmaları gerekiyor.

Kadının ev içindeki işleri de organize ediyor olması, toplumun dayatmaları, beş parmağında on marifet olma halinin yüceltilmesi de bu tür hastalıkları tetikliyor.

Meclis yeni bir oluşum? İşyeri kazalarının dışında kadınlar evde de çalışıyorlar ve pek çok ev kazası oluyor, bu konuda bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?

Evet, evde de ev kazaları oluyor. Ev kazaları konusunda çalışan arkadaşlarımız var. Kadınlar perde asarken, cam silerken, yemek pişirirken kaza geçiriyorlar, sakatlanabiliyor hatta ölebiliyorlar da. Ama bu konuda yasal olarak hiçbir şey yok. Ev hizmetlileri bile iş sağlığı kapsamı dışında bırakıldı. Benim annem yaşında olan kadınlar arasında yer silmeden dolayı dizlerde kırıkdak erimesi var. Ayrıca bulaşık yıkarken sıcak sudan soğuk suya geçme ile parmak eklemlerinde romatizmal hastalıklar ortaya çıkıyor. Deterjanların solunmasından, tuvaletleri dezenfekte ederken kullanılan maddelerden solunum hastalıkları oluşabiliyor. Bunların hepsi ev işleri yaparken kadınları edindiği hastalıklar. Ev emeğine bir ücret atfedilmiyor, ev kadınlığı bir meslek olarak algılanmıyor ki, hastalıkları görünür kılınabilsin.

Sendikalar işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda neler yapabilirler?

Öncelikle sendikal eğitim içinde ciddi bir biçimde işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimleri konulmalıdır. Çalışanlara bu konuda ne tür hakları olduğu, bunların nasıl kullanılabileceği anlatmalıdır. İşin bir risk, bu riski tanzim etmenin işçiye değil, işverene ait olduğunu her işçi bilmelidir. Eğitim bu temel felsefeden hareket etmelidir. Ne kadar bilinçli olunursa, oluşturulacak politikalar da o kadar mücadeleci olur. Sendikalar işçilere şunu yapmayın, bunu yapmayın demememeli, işgüvenliğini işverenler gibi işçinin sırtına yüklememelidir. İşveren, biz aynı gemideyiz, ben zenginleşirsem de siz de zenginleşirsiniz, diyor ve bunun üzerinden politika yapabiliyor bazı sendikalar. Böyle şey olur mu ? Sendika her politik kararında, her tutum alışında emek -sermaye çatışmasını unutmamalıdır. Bilgilendirme zemini bu temel üzerinde şekillenmelidir. Sendikalardaki eğitim politikaları da değişmelidir, işin verimliliği üzerinden eğitim veren sendikalar var. İşin verimliliği işçiyi ilgilendirmez. Sendikalar özel ve özgün kurumlardır, işin verimliliğini değil, işçinin haklarını, özgürlüklerini savunmalıdırlar. Sendikalar eğitim politikalarını yenilemeli, iş yerlerinde sadece üyeleriyle değil, üye olmayanlar, işsizler ve güvencesizlerle de ilişki kurmalıdır.

Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi

Bu yazının kalıcı bağlantısı http://insaattaisguvenligi.com/2012/01/16/uzun-ve-guvencesiz-calisma-is-kazalarini-artiriyor-berna-guler-muftuoglu-ile-soylesi/

Bir yanıt yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.